29 Haziran 2024 Cumartesi

Göbet / Anılar 2

 Göbet / Anılar 2

Hasip Pektaş, 2024

Ben yüzmeyi göbette öğrendim. Göbet, suyu biriktirmek, belli derinlikte yapay bir gölcük oluşturmak için için akarsuyun önünü kesme, set yapma ile oluşur. Ermenek suyu bol bir kasaba. Her yerden şırıl şırıl sular akar, dereler geçer. O dereler ki bağlardaki sebzeleri sulamaya da yarar. Göbet ya kendiliğinden kayaların altında, küçük şelalelerin önünde oluşur ya da çocuklar yüzebilmek için dallardan buldukları çapulardan uygun bir yerin önü kesilerek oluşur. Ermenekli her çocuğun yaşamında bir göbet macerası mutlaka vardır. Yazın nerede serinlesin? Ya Göksu nehrine gidecek ya da göbete. 

İlk defa benden 5 ve 10 yaş büyük olan abilerim götürdü göbete. "Hadi lan seni de götürelim göbete" dediler. Düştüm peşlerine. En iyi göbet Türkmen bağının altından geçen Cumma deresindeymiş. Biladanların arasından epeyi bir yürüyüp vardık göbet denilen küçük havuza. Abilerim iri yarı adamlar. Derin yerde ayakta dursalar da batmıyorlar. Ben de hevesliyim ama korkuyorum. Sen misin korkan. "Gel lan" deyip tuttular kollarımdan götürdüler en derin yere bırakıverdiler. Bağırıyorum, çırpınıyorum, su yutuyorum. Umurlarında değil. Çırpına çırpına kenara geldim ama heyecanlıydı. Demek yöntem böyleymiş. Belki de onlara da büyükleri böyle yaptı.

Neyse daha sonra yaşıtlarımla yalnız gitmeye başladım. Onlardan öğrendim ki su gabaklarıyla bu iş kolay oluyormuş. Buldum bağdan iki su gabağı. Araya bir ip. Koltuk altlarına sıkıştırıp başladım debelenmeye. Şimdiki çocukların deniz simidi yerine geçmişti gabaklar.

Güzel günlerdi. Elbette başka zenginlikleri de vardı. Örneğin bir gün her zaman olduğu gibi donları çıkarıp göbete girmiştik. Derenin üst yamacında bağı olan bir teyze ya da genç bayan rahatsız olmuş olacak ki "Hınzırın enikleri defolun. Dal daştak suya girilir mi" diye bizi taşa tutmuştu. Gayaların govuklarına saklanacağız diye epeyi uğraşmıştık.

Çocukluk işte.

















23 Nisan’ın Anlamı ve Önemi

23 Nisan’ın Anlamı ve Önemi

Prof. Dr. Hasip Pektaş*



23 Nisan deyince aklımıza “Ulusal Egemenlik” gelir. Peki nedir egemenlik?
Dilimizde “hakimiyet” sözcüğü ile eşanlamlı olarak kullanılan “egemenlik”, hükmeden, buyuran, buyruğunu yürütebilen üstün bir gücü ifade eder. Egemenlik, devleti başka tüzel kişiliklerden ve örgütlenme biçimlerinden (örneğin şirketlerden, derneklerden, kulüplerden, çetelerden, din ve mezhep birliklerinden, feodal bağlılık ve yönetim birimlerinden) ayıran özelliktir. Devletler bağımsız ve egemen olurlar; egemenliğin kaynağı ulustur.

Egemenlik kavramı, 1789 Fransız Devrimi’nden önce, kralın devlet gücüne tek başına sahip oluşunu meşru bir temele oturtmak, monarşinin hukuki açıklamasını yapabilmek için Fransız hukukçu Jean Bodin (1530-1596) tarafından ortaya atılmıştır. 1576'da yayımladığı “Devlet'e Dair Altı Kitap” adlı eserde Bodin egemenliği "Devlet'in mutlak ve kalıcı gücü" olarak tanımlamıştır. "Mutlak", egemenliğin bölünemeyeceği ve paylaşılamayacağı anlamındaydı (ancak bu mutlaklık sadece kamu hakları alanındaydı ve bireyin özel haklarına tecavüz edemiyordu). "Kalıcı" olması ise bu gücün hükümdarın ölümü ile sona ermediği ve bireylerden bağımsız olduğunu gösteriyordu. Egemenlik belirtilerinin bir bölümünü hükümdar şahsen kullanabilir, bir bölümünü memurlarına ve kurumlara kullandırabilirdi. Ancak egemenliğin kendisi devredilemezdi.

O tarihte egemenlik dini ve ilahi bir kaynağa bağlanıyordu: Kral, tanrının isteği ile, egemendi. Devletin bütün gücü kralda toplanmıştı. XIV. Louis’in “Devlet benim” sözüyle anlatmak istediği buydu. “Devlet benden ibarettir” anlayışıyla hareket eden bir krallık yönetimi ve krallığa destek konumunda olan toprak sahibi kilise, her türlü haktan yoksun halk, feodalite rejiminin erimesine rağmen hala geniş toprakları elinde bulunduran aristokratlar ve bu topraklarda kimin için çalıştığını bilmeyen “köle” durumundaki köylüler bulunmaktaydı.

Fransız Devrimi “egemenlik” kavramını eski hukuktan aldı; hanedan yerine millete verdi.
Jean-Jacques Rousseau (1712-1772), köklü felsefi temelleri olan “doğal hukuk” ve “toplum sözleşmesi” gibi kavramları gündeme getirerek, entelektüeller arasında etki yarattı ve bu kavramların siyasal hayatta gerçekleşebilmesi için mücadele verdi. Bu nedenle fikirleri geniş kitleleri etkileyebilmiş ve Fransa’yı kısa sürede devrime sürüklemiştir. Fransız Devrimi aydınlanmacı düşünürlerin bir eseridir.


Rousseau’ya göre egemenlik devredilemez ve temsil edilemez. Egemenlik koşulsuz halka aittir. Halk ile egemen kişi aynı olmadıkça demokratik yönetim gerçekleşmez. Nasıl ki özgürlük bireyin vazgeçemeyeceği bir hak olarak karşımıza çıkmakta ise egemenlik de halkın devredemeyeceği bir haktır. “Halk kendi iradesinden bıraktığı (vazgeçtiği) anda halk olmaktan çıkar ve egemenlik bir efendiye geçer.” Rousseau, halkın doğrudan kendisini idare edebileceğinden hareketle içinde yaşamış olduğu Cenevre örneğinden de esinlenerek doğrudan demokrasiyi savunmuştur. Netice itibariyle temsili demokrasileri “seçilmiş aristokrasiler” olarak nitelendirmiş ve milletvekillerini de halkın temsilcileri değil, görevlileri olarak tanımlamıştır.

Ama diğer yandan Rousseau, bu görüşüyle çoğunluğun azınlığa tahakkümüne yol açtığı gerekçesiyle ciddi eleştiriler almıştır. 1 Aralık 1921’de Büyük Millet Meclisi’nde yaptığı konuşmada Rousseau’nun fikirlerini baştan sona incelediğini belirten Mustafa Kemal, onun hayali, hatta çılgınca bulduğu bazı fikirlerine katılmamış, fakat milli egemenliği gerçekleştirmek için onun düşüncelerinden gereken ölçüde yararlanmıştır.

Milli Egemenlik

Milli egemenlikte iktidar kaynağını milletten alır. Başka bir deyişle egemenliğin bir kişiye, gruba ya da çoğunluğa değil, bütün millete ait olmasıdır. Millet ise kendisini oluşturan fertlerin üstünde onlardan ayrı ve bağımsız bir şahsiyettir. Vatandaşlar egemenliğin kendilerine düşen parçasına sahip değillerdir. Tek egemen millettir. Bu anlamda milli egemenlik milletin fertlerini bir araya getiren, onlara yön veren, herkes tarafından kabul edilen, itaat edilen bir güçtür.

Milli egemenlik anlayışının en önemli sonucu temsili sistemdir. Millet bir araya gelip iradesini açıklayamaz. Milli irade ancak temsilciler vasıtasıyla açıklanabilir. Temsilciler belli bir bölgenin değil, bütün milletin temsilcileridir. Bunun tabii sonucu olarak da oy vermek halk egemenliğinde olduğu gibi bir hak değil, görevdir. Egemenlik bölünemez, devredilemez nitelikte olduğu için temsilciler iradelerini açıklarken herhangi bir kayıtla, şartla sınırlı değillerdir; seçmenden emir ve talimat almazlar, milletten aldıkları iktidarı serbestçe kullanırlar.

Millî Mücadelede kendini gösteren milli egemenlik anlayışı, her şeyden önce Türk Milletinin yukarıda belirttiğimiz özelliklerinden ve bu özelliği gayet iyi bilen Mustafa Kemal Atatürk’ün dehasından kaynaklanmıştır. Atatürk, liberal ve tarihi milliyetçiliği bir bütün olarak ele almış ve milli egemenliği bu bütün üzerine kurmuştur. Bu dönemde egemenliğin kayıtsız şartsız Türk milletine verilmesi, monarşiden cumhuriyete geçerken İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e bir boşluk bırakmamak içindir. Bunun için de Kurtuluş Savaşı başarıyla yürütülmüştür. Yine egemenliğin meclis eliyle kullanılması hem çözüm bekleyen meselelerin hemen ve etkili bir şekilde çözümlenmesini sağlamış, hem de toplumu temsil eden grupların yeni siyasi sistemde temsiline imkân tanımıştır.

Bilindiği gibi, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yurdumuz İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar ve Yunanlılar tarafından işgal edildi. Osmanlı Devleti'nin yöneticileri de bu işgale boyun eğdi. Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkarak, ulusumuzu bu haksız işgale karşı direnmeye, karşı koymaya çağırdı. 1919 Amasya Genelgesi ile ilân olunan, "Milletin istiklâlini yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır" parolası, Erzurum Kongresi'nde, Sivas Kongresi’nde de benimsenmiş ve Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun temel dayanağı olmuştu. Erzurum ve Sivas kongrelerinden sonra, bütün direniş güçleri, tek bir savunma çatısı altında toplanmıştı. Düşmana karşı bir "Kurtuluş Savaşı" başlatılmıştı.

Savaşın yönetimi ve kurtuluşun gerçekleşmesini sağlayacak çalışmalar için bir "Temsil Heyeti" seçilmiş, başına da Mustafa Kemal'in getirilmişti. Mustafa Kemal başkanlığındaki heyet, 27 Aralık 1919'da Ankara'ya gelerek, çalışmalarını orada sürdürmeye başlamıştı. Ankara, çalışma merkezi olarak çok uygun bir konumdaydı. İşgal altında değildi. Düşmana karşı kurulan Batı cephelerine yakındı. Ayrıca, her bölgeyle bağlantı kurabilecek bir demiryoluna sahipti. O sıralarda, İstanbul'da da bir Meclis vardı. Ama Osmanlı padişahı ve hükümetine bağlı olarak çalışan bu Meclis, kendisinden bekleneni verecek özgürlükte ve güçte değildi. Mustafa Kemal, bu Meclisin er geç dağılacağını düşünüyordu. Nitekim öyle de oldu, İngiliz işgal birliği Meclisi dağıttı. Bazı milletvekilleri tutsak edilerek Malta'ya sürgüne gönderildi. Bazıları da ulusal kurtuluş hareketine katılmak üzere Anadolu'ya kaçtı.

Mustafa Kemal, Ankara'da ilk iş olarak, Padişah ve düşman gölgesinden uzak, özgürce çalışabilecek bir Meclisin toplanmasına karar verdi. İstanbul'daki Meclisin dağıtılması üzerine, çalışmasını hızlandırdı. 19 Mart 1920'de illere yaptığı bir çağrıyla, Ankara'da toplanacak olağanüstü yetkili Meclise, 5’er temsilci seçilerek gönderilmesini istedi.

Mustafa Kemal, 21 Nisan 1920'de yayınladığı bildiriyle Büyük Millet Meclisi’nin Ankara'da, 23 Nisan günü toplanacağını duyurdu. 22 Nisan'da yayınladığı başka bir bildiriyle de toplanacak Meclisin tüm yönetim ve askeri sorunların merkezi olacağını açıkladı.

23 Nisan 1920 tarihi, Birinci Büyük Millet Meclisi'nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğinin ilan edildiği tarihtir. Mustafa Kemal, bu tarihi dönüm noktasını şöyle değerlendirir; “23 Nisan, Türkiye için milli tarihin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır. Bugün, bir cihan düşmana karşı ayağa kalkan Türkiye halkının Türkiye Büyük Millet Meclisini vücuda getirme hususunda gösterdiği harikayı ifade eder."

Açılış, duyurulduğu gibi 23 Nisan'da yapıldı. Meclise 115 temsilci katıldı. Büyük Millet Meclisi'nin ilk benimsediği ilke şu oldu: "Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir; millet bu hakkını Meclis aracılığıyla yürütür. Meclis'in üstünde bir güç yoktur."

Sarayın bakış açısından çok farklı olarak, Mustafa Kemal’in gözünde, Türk milleti bir çobanın yönettiği sürü değildir. Tarihin en şerefli milleti olan Türk milleti egemenliğin tek ve gerçek sahibi olmaya layıktır. (Bir not: Mebus arkadaşlarıyla padişaha uyarıda bulunmak isteyen Rauf Bey’e Vahdettin der ki; “Rauf Bey, Rauf Bey, bir millet var, koyun sürüsü… Buna bir çoban lazım… O da benim.”)

Dönüm Noktası

23 Nisan, tarihimizin dönüm noktalarından biridir. Egemenlik hakkının Padişahtan millete geçtiği bir gündür.
Milletimiz, bu hakkını, yurdumuzu ele geçirmek isteyen dış düşmanlara ve bunlarla iş birliği yapma aymazlığına düşmüş olan padişahlık yönetimine karşı savaşarak kazanmıştır. Bu nedenle, egemenliğimiz, ulusal varlığımızın başında gelir.

1919 ile 1922 yılları arasında olup bitenler, milletin olaylara ve saltanata bakışını çok değiştirmiştir. Ziya Gökalp’in 1922’de yazdığı şu mısralar, Atatürk’ün bayrak yaptığı Milli Egemenlik ilkesinin zihinlerde ve gönüllerde nasıl yer ettiğini gösterir:
“Hükümet halkındır, sultanın değil;
Ferman Milletindir, Divan’ın değil…
Teşri (yasama), kaza (yargı), icra (yürütme): her hak onundur.
Taht onun, taç onun, toprak onundur…”

1891’de öğrencilik yıllarında yazığı bu şiir de Sultan’a karşı milletin haklarını dile getirir:
“Tarlada, tezgâhta çalışan biziz.
Hudutta can veren, boğuşan biziz,
Bu devlet, bu millet, bu vatan biziz,
Ey Sultan, sen çekil, hükümran biziz.
Kükreyen aslana zincir takılmaz,
Vatanın mahvına kayıtsız kalınmaz,
Bir saray yıkılır, bir mülk yıkılmaz,
Ey Sultan, sen çekil, hükümran biziz.”

Millet egemenliğini gerçekleştirme yolundaki en büyük adım Büyük Millet Meclisi'nin kurulması olmuştur. Meclis'in yapacağı çalışmalar, yurdun düşmandan kurtarılması ve bağımsız bir Türkiye'nin kurulmasına yönelikti. Bu amacın gerçekleşmesi kolay olmadı. Çalışmalar, tam bir demokratik hava içinde yapıldı. Her iş, titizlik içinde yürütüldü. Üyeler, yapılan işleri, yakından izlediler. Bakanların her kararını, kılı kırk yararcasına incelediler, eleştirdiler. Kimi zaman Mustafa Kemal'den bile hesap sordular. Ulusumuzu kurtuluşa ulaştırmak, ilk anayasayı yapmak ve Cumhuriyet'i kurmak, bu tarihsel Meclis'in, onurlu görevlerinin başında gelir.

Görüldüğü gibi 1921 Anayasası’nda ifadesini bulan “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi, Avrupa’daki akımların ve güçlü devlet şekillerinin Türk İnkılâbının lideri Atatürk’ü etkilemiş olmasından ziyade, eski meşruiyet teorilerine dayanarak devletin yönetilmesinin imkânsızlığı ve milli devlet şuuru ile Millî Mücadelenin top yekûn kazanılması azmidir. Bu bakımdan Türkiye’de milletin egemenliği ilkesi, sadece yabancı birtakım kaynaklardan kopya edilen, onlara heves edilerek alınan bir ilke değildir. Bu ilke Fransız Devrimi’nin getirdiği fikir akımlarının sonucu olmaktan çok, Türk toplumunun kendine has gelişiminin ürünüdür. Millî mücadele savaş alanında kazanılmıştır. İkinci evredeki milli mücadele aydın önderlerin de katkısıyla çağdaşlaşmak, kısa zamanda çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak olacaktır. Toplumu geri bırakan zincirleri kırmak, ilerlemeye set çeken engelleri ortadan kaldırmak bir gerekliliktir. Devrimlerin ışığında zaman geçirmeksizin atılımlar yapmak, bu atılımları Türk milletinin yaşam biçimi hâline getirmek en önemli hedefler olmuştur.

İtiraf etmek gerekir ki, milli egemenlik fikrini klasik şekli ile savunmak çok güçtür. Ancak günümüzde bu ilkenin değeri hukuki olmaktan çok siyasidir. Şu da unutulmamalıdır ki, “milli egemenlik fikri bugün demokrasinin tatbiki mümkün olan yegâne şeklidir”. Ancak bazı kavramları da karıştırmamak gerekir. Seçimler sonucu ortaya çıkan irade milli irade değil, çoğunluğun iradesidir. En büyük tehlike, milli irade varsayılan kavramların arkasına sığınarak Parlamentoda çoğunluğu elinde bulunduranların kendilerini bütün milletin temsilcisi olarak görerek, demokratik olmayan düzenlemeler yapabilmesidir. Aslında milli irade bu olmayıp, iktidar-muhalefet bütünü olarak algılanmalıdır. Milli irade, milli egemenlik bunalımlardan kurtulmanın gerçek yoludur. Millete inanıldığı, güvenildiği, millete gidildiği takdirde millet bunalımlara son verecek, meseleleri çözecektir.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırıldı. 3 Mart 1924’te halifeliğin de kaldırılmasıyla 1919’da başlamış olan “milli egemenlik” hareketi doğal sonucuna ulaştı; egemenliğin bütünüyle millete ait olduğu ilkesi, beş yıl süren bir gelişme sonucunda, devlet yapımıza tam olarak yansımış oldu.

1982 Anayasasında 6. maddesinde Egemenlik aynen şu şekilde yer alır: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”

“Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir.” Bu söz, Mustafa Kemal Atatürk’ün, kurduğu cumhuriyeti, halk egemenliğine dayandırdığını ifade etmesi olarak değerlendirilebilir. Zira Atatürk’ün büyük emek ve gayretleri neticesinde kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde Egemenliğin tek sahibi doğrudan milletin kendisidir. Egemenlik, hür olmak, yetki sahibi olmak, hâkimiyet sahibi olmak gibi anlamlara gelmekle birlikte siyasal anlamda egemenlik ise bir topluluğun veya bir devletin ülke üzerinde sahip olduğu yetkilerin tümü olarak açıklanabilir. Ulu önder Mustafa Kemal Atatürk, işte bu yüzden-kurduğu cumhuriyet açıkladığımız bu özelliklere sahip olduğundan- egemenliğin halka ait bir unsur olduğunu dile getirmek maksadıyla “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” demiştir. Türkiye’de egemenlik fikri esasen Kanun-i Esasi ile ilk defa ortaya konmuş, bu fikrin hayata geçirilmesi ise TBMM’nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul etmesiyle olmuştur. Kanunda yer verilen “Egemenlik koşulsuz ve sınırsız olmak kaydıyla milletindir.” prensibi sayesinde halk ve yönetim adına yeni bir devir başlamıştır. Millet iradesi, fertlerin iradelerinin bir araya gelmesinden ve kaynaşmasından oluşmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk, 30 Ağustos 1924’te Dumlupınar’daki şu sözleri ile halk egemenliğine yeniden ışık tutmakta ve şöyle demektedir: “…. Bu büyük zaferin türlü tesirleri üstünde en önemlisi ve yükseği, Türk milletinin kayıtsız şartsız egemenliğini eline almış olmasıdır. Millî egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş müesseseler her tarafta yıkılmağa mahkûmdurlar.”

Artık 23 Nisan’lar bayram olarak kutlanmaya başlandı. Mustafa Kemal Atatürk’ün bu anlamlı günü çocuklara armağan etmesiyle 23 Nisan, 1929 yılından itibaren “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak kutlanır oldu. UNESCO'nun 1979 yılını ''Çocuk Yılı’’ ilan etmesi, 23 Nisan'ın uluslararası boyuta taşınmasına, dünya çocuklarıyla birlikte kutlanmasına fırsat verdi. TRT Uluslararası 23 Nisan Çocuk Şenliği yaklaşık 50 ülkenin çocuklarının katılımıyla düzenlenmektedir. Bu önemli gün; aynı zamanda tüm dünya çocuklarının sevgi, kardeşlik ve dostluk bağlarının güçlenmesini de sağlamaktadır. Dünyada, çocuklara bayram hediye eden ilk ve tek ülke Türkiye'dir. Bunun en büyük nedeni ise Ulu Önder Atatürk'ün, çocukların milletin geleceği olmasını düşünmesidir. 23 Nisan'ı onlara armağan etmesi ise onlara duyduğu sarsılmaz güveni ve sevgiyi sembolize etmektedir. Bu yüzden yeni nesillerin 23 Nisan'ın önemini bilmesi, cumhuriyet bekçilerinin bilinçli bir şekilde yetişmesi için önemli bir vesiledir.


"Çocuklar geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Bugünün çocuğunu, yarının büyüğü olarak yetiştirmek hepimizin insanlık görevidir." diyen Mustafa Kemal Atatürk, onlara hitaben de "Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. Kendinizin ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek ona göre çalışınız. Sizlerden çok şey bekliyoruz." demektedir.


Bir milletin temel taşı çocuklardır. Çocuklara gereken önemin verilmesi hem kendileri hem de ülke ve dünya geleceği için oldukça önemlidir. Ancak, Çocuklar Geleceğimizdir. denilmesi yetmez. Çocukların okul öncesi eğitimden başlayarak eşit fırsatlarla, laik, bilimsel eğitim almalarının sağlanması, onların ihmal ve istismarının, çocuk yaşta evliliklerin, çocuk işçiler sorunlarının önlenmesi gerekmektedir.

Nazmi Ziya (1881-1937), “23 Nisan”, 1936, Yağlıboya

Türkiye’nin de dahil olduğu 196 ülkenin taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi der ki; Çocuğun toplumda bireysel bir yaşantı sürdürebilmesi için her yönüyle hazırlanmasının, barış, değerbilirlik, hoşgörü, özgürlük, eşitlik ve dayanışma ruhuyla yetiştirilmesinin gerekliliğini göz önünde bulundurarak, (Madde 3) Taraf Devletler, çocuğun esenliği için gerekli bakım ve korumayı sağlamayı üstlenirler. (Madde 28) İlköğretimi herkes için zorunlu ve parasız hale getirirler. (Madde 33) Çocukların uluslararası uyuşturucu maddelerin yasadışı kullanımına karşı korunması amacıyla, yasal, sosyal ve eğitsel her türlü önlemi alırlar. (Madde 34) Çocuğu, her türlü cinsel sömürüye karşı korumak, yasadışı cinsel faaliyetler için kandırılmasını veya zorlanmasını önlemek için her türlü önlemi alırlar. Demektedir ama yeterince uygulanıyor mu? Olumlu yanıt vermek zor.


Ahmet İhsan Pınarbaşı (7 Yaş) 2021 Yılı Çankaya Belediyesi 23 Nisan Resim Yarışması Birincisi

Çocukların korunması ve onlara gereken ilginin gösterilmesini sağlamak açısından çocuk hakları çok önemlidir. İnsanlığın mutluluğu ve dünyanın güzel geleceği, çocukların korunmasına ve sevgiyle büyümesine bağlıdır.

Demokrasi, uzlaşma, anlaşma rejimidir. Demokrasilerde kişiler geçici, müesseseler ise devamlıdır. Milli egemenliğe inananlar, hür demokratik rejimden başka yol tanımazlar. Ancak bu şekilde millet varlığını devam ettirir, demokratik müesseseler ayakta kalabilir ve hiçbir şekilde milli irade ipotek altına alınamaz.

Çağdaş siyasi düşünürler, haklı olarak, her parlamentoda bir çoğunluğun bulunduğuna; fakat muhalefet partisine veya partilerine ancak gerçekten demokratik olan ülkelerin parlamentolarında rastlandığına dikkat çekerler. Tarihte birçok diktatör, başlangıçta halkın büyük çoğunluğunu arkasında sürükleyerek ve seçimle iş başına gelmişlerdir. Napolyon da Hitler de seçimle göreve başlamışlardır. Birçok diktatör, muhalefeti susturup, bütün resmi propaganda araçlarını ve devletin güçlerini seferber ederek, yapay bir çoğunluk sağlamayı başarmıştır.

Gerçek demokrasi, insanlara korkudan uzak şekilde yaşama olanağı sağlayabilen tek rejimdir. Demokrasilerde faşist ve komünist totaliter rejimleri ayırmak için kullanılan bir benzetmeden bahsedelim: “Hür bir ülkede sabahın erken saatinde kapısı vurulan yurttaş sütçünün geldiğini; totaliter bir ülkede ise, erken saatte kapısı vurulan kişi gizli polis geldiğini düşünür.” Çünkü, devletin adı “Halk Cumhuriyeti”, “Demokratik Cumhuriyet” de olsa, uygulanan rejim gerçekte totaliter ise, ülkede hürriyet değil, korku egemendir.

Kaynakça:

Akyılmaz, Bahtiyar. (1997). Milli Egemenlik Kavramının Gelişimi. Selçuk Üniversitesi

Feyzioğlu
, Turhan. (1999). Türk Millî Mücadelesinin ve Atatürkçülüğün Temel İlkelerinden Biri Olarak Millet Egemenliği. Atatürk Araştırma Merkezi

Işık,
S. (2017).
J. J. Rousseau ve Egemenlik Anlayışı Üzerine, İnönü Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, Cilt:8 Sayı:2

Oyan, Oğuz. (2012) Egemenlik Milletin mi, Emperyalizmin mi? https://www.odatv4.com/analiz/prof-dr-oguz-oyan-egemenlik-milletin-mi-emperyalizmin-mi-25672

Tansel
, Fevziye Abdullah. (1977). Ziya Gökalp Külliyat-I, Şiirler ve Halk Masalları. Türk Tarih Kurumu Yayınları.

UNICEF
Çocuk Haklarına Dair Sözleşme.
https://www.unicef.org/turkiye/çocuk-haklarına-dair-sözleşme

Yücel
, Yaşar. (1988). Atatürk İlkeleri. Türk Tarih Kurumu: Belleten Dergisi, Cilt LII, Sayı 204, Sayfa 810-824.


23 Nisan’ın
Anlamı ve Önemi,
https://aliyepozcuilkokulu.meb.k12.tr/icerikler/23-nisan-bayrami_9570885.html#

23 Nisan
Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
https://tr.wikipedia.org/wiki/23_Nisan_Ulusal_Egemenlik_ve_Çocuk_Bayramı

 

* İstinye Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı Bölümü Öğretim Üyesi, İstanbul Ekslibris Derneği Başkanı, İstanbul Ekslibris Müzesi Müdürü


19 Haziran 2023 Pazartesi

Memleketi Göresim Var / Şiir


Memleketi Göresim Var
Hasip Pektaş

Şöyle alıp başımı bi gedesim var.
dağ bayır demeden dolaşasım,
çocukluğumun geçtiği yerleri,
Ermenek’i çokça göresim var.

Geysiliğin turasında dokuz daş oynayasım,
Keben'den inen davarları bi daha sayasım,
o mağara senin, bu in benim deyerek;
tapırdayıp durasım, çokça da gezesim var.

Karaağaçdaki kuş yeniği üzümleri,
yay gibi dalını eğmiş şo çatlak narı,
çengelin yetişemediği o bal yemişi,
dirseğime kadar aksa da ah o gara dutu,
goparıp goparıp yeyesim var.

Şimdilerde yerinde yeller esiyor amma,
yemyeşil Tekeçatı’ndaki o çayda,
bi daha balık tutup arkadaşlarımla
yeyip içip de, piknik yapasım var.

Koz Oluğu’na davar gütmeye gedesim,
şöyle bi çelik çomak oynayasım,
ineği kaçırınca da ağamdan gene dayak yeyesim var.

Acıkınca soğan ile keşi yufka ekmeğe sarasım,
dönüşte Yumru Tepe koyaklarından
bıçıngıcık gar doldurup çıkınıma;
bi güzel gar hoşafı yeyesim var.

Gayrı Delallar diye bi şey kalmadı.
Amma bi biladan ağacından çatalından
Göksu’ya atlayasım, yunasım, yüzesim var.

Hatta saklandığım yerden goca bi daşı suya atasım,
rahmetli Haceli’nin "ülen sudan çıkmadı,
boğuldu mu ne" diye telaşlanmasını
bi daha göresim var.

Gene göbete gedesim,
donları çıkarıp da çimesim var.
Yukardaki bağdan teyzenin, "hınzırın enikleri"
diye daşa dutmasını gene göresim var.
Govuklarda bi daha saklanasım var.

Arkadaşım Emin’e haydi bağa gediyoruz deyesim,
yolda giderken silah sesiyle kendini yere atmasını,
arkasından benim kapaklanmamı görünce,
dalga geçip gülmesini yeniden yaşayasım var.
Harmanda uyurken, yengecin yüzüme gelmesine
"çek elini be Emin" diye bağırıp,
sonra bi çığlık atıp, zıplayasım var.

Ortaokulun önünde gazoz döğüştüresim var.
Yaramazlık yapıp, Adnan Bey’den tokat yeyesim,
merdivende arkadaşlarla gasketli, gravatlı,
bi daha fotoğraf çekdiresim var.

İlkokulda süt tozu ekmek, süt guyruğuna giresim,
öğretmenim Emin Alper’in,
"goca gulaklı Hasippp" diye bağırıp,
gulağımı çekmesini gene göresim var.

Sayfalara sığmaz bu göresim gelenler,
ya ölürüz, ya galırız, bilinmez amma
bu sene bi daha Ermenek’e gedesim var.

Vakti gelince de anamın yanına yatasım var.

6 Haziran 2023, İstanbul



13 Şubat 2023 Pazartesi

Cıngıldak / Anılar 1

Cıngıldak /  Anılar 1

Hasip Pektaş, 2023

İlkokul yıllarındaydı. Bağdaydık. Sabah yokuş yukarı akşam eniş aşşağı gider gelirdik. O gün Zıbçık dedem bize gelecekti. Anam okuldan çıkınca doğru bağa gelmemi sıkı sıkıya tembihlemesine karşın dikkate almayıp akrabamız olan Hacı'ların (Hamdi ağabeyimin kayın biraderi Kazım Türkmen) Kızılkaya Bağarası'ndaki cıngıldağa binmeye gittim. Çocukluk işte. Belki de Zehra yengemin de orada olmasını bahane edip anamın azarlamasından kurtarırım diye düşündüm. Ya da Hacı'nın ikna edici konuşmasından etkilendim de cıngıldak sefası sürmek istedim. 

Cıngıldağı biraz anlatmakta yarar var. Anadolunun pek çok yerinde çocukların ve elbette hep çocuk kalmayı beceren yaşlıların da keyifle bindikleri bir oyuncak. Tahtaravallinin atası yani. Özellikle bağ yerinde ve özellikle harman sonrası harman yerinde kurulur. Harmanın göbeğine açılan çukura "sibek" denilen bir ucu kurşun kalem gibi sivriltilmiş bir metre yükseklikteki ağaç gömülür. Yanları özellikle taşlarla beslenir ki oynamasın, yan yatmasın. Bir de 2-3 kişiyi rahat taşıyacak 5 metre uzunluğunda düzgün, önceden kabukları soyulmuş ve kurutulmuş galas ağaç hazırlanır. Tercihan varsa düzgün biladan (çınar) ağacından ya da karaağaç dalından kesilir. Gelelim en zorlu işe. Bu uzun ağacın tam ortasında sibeğe oturmasını sağlayacak konik bir delik açılması gerekir. Bağ yerinde matkabı nereden bulacaksın? Bunun da yolu keserle biraz yer açtıktan sonra yanarak çukurlaşana kadar kömür koymaktır. Sabır gerekir elbette. Dikkat kararında bir delik olmalı fazla derin olup da incelirse ortadan kırılıverir. Az derin olursa da sibekten düşü düşü verir. Deneyimli bir büyükten yardım almakta yarar vardır. Bitti mi? Hayır. Uçlara eliçek de çakmak gerek. Oturduğun zaman ellerinle tutunabilmek için yarım metre bir dal öne, bir dal da arkaya çakmak gerekiyor. Bazı yörelerde karın üstü abanıp ayaklarla da yerden hız alarak çıngıldağa binmek tercih edilmekte fakat biz çocukluğumuzda eşşeğe biner gibi oturup, hatta varsa bir çul, midder koyup mabadımızı korurduk. Gelelim işin püf noktasına. Cıngıldak sessiz sedasız binilmez. Bütün bağarası sesini duyması gerekir. Eee binenlere de eğlence olmalı. Bağ yerinde en kolay bulunan bir parça kömür ve iki diş ceviz sibeğin ucuna konup da biraz döndün mü ezilen yağlı ceviz ile kömür cıyır cıyır ötmeye başlar. Belki de ondandır "cıngıldak" denmesi. Bilenler bilir. Zeybekler de o meşhur gösterişli körüklü çizmelerinin taban astarı altına kömür koydururlar. Oyunda döndükçe çizmenin gıcırtısı gelir.
























Konumuz cıngıldak değil elbette. Cıngıldak anımız içindeki acımız. Vardık Kızılkaya'ya. Doğru cıngıldağa. Başka arkadaşlar da varmıydı hatırlamıyorum ama kesin üç kişi olduğumuzu iyi hatırlıyorum. Çünkü biri cıngıldağı çeviriyordu. Hızlandırıyordu. Galiba bir birimize "Asa" diye hitap ettiğimiz İbrahim dayımın oğlu yaşıtım Hacı Ali (Haceli) de oradaydı. Ve biz Hacı ile binerken o çeviriyordu. Hoş bir süre sonra inip kalktıkça ayaklarımızla biz hızımızı artırıyorduk. Cıngıldak gacur gucur dönerken, titizliği hiç eksik olmayan ben ayaklarımdaki kilteli naylon ayakkabımın birinin kiltesi açıldığı için onu takmaya kalktım. Hızla dönen cıngıldakta cambazlık mı yapacaksın be adam. İndiğinde kiltele, ne olacak. Elbette dengemi kaybettim. Sağ işaret parmağım elicek ile galas arasında dururken düşmemek için sol elimle eliceğe yüklenince parmak sıkıştı, dümeyeyim diye direnince iyice ezildi ve yere düştüm. Feryat figan. Koşuşturmalar. Yengemin çığlıkları benimkine karışmış. Şebboy teyzem kolonya bulup gelniş, dökünce çığlık bir kat daha fazla. Neyse bezle de sardılar. Biraz acısı dindi ama benim yürek acısı ne olacak? Bir korku aldı beni. Anama ne diyeceğim şimdi? Biliyorum ki "iyi olmuş" diyecek. "Sen ana sözü dinlemezsen daha başına neler gelecek" Sözleriyle dövecek. Neyse kös kös vardık bağa. Ama sağ el arkada. Göstermiyorum. Ne kadar göstermeyeceksin? Bir gün sonra gördü anam. Diyeceklerini zaten önceden biliyordum. Fazlasını dedi. Keşke dövseydi. Ve bir kaç gün sonra bezi açıp gördü ki işaret parmağının tırnağı çıkmış, ucunda sallanıyor. Yenisi çıkar, üzülme deyip alıverdi düşmek üzere olan tırnağı. Yaş 70 ben o parmağın ucunda minik top gibi duran et ile yaşayıp gidiyorum. Benim sevgili cerrah arkadaşım Dr. Alptekin Albayrak, "gel şunu kesivereyim, çirkinliğinden kurtul" dese de ben asla kestirtmedim. "Beni anılarımdan koparma lütfen. Bahane ile anı tazeliyorum." dedim. Hatta şimdilerde çocuklara şakasına bakın yıllar sonra cep telefonu kullanmada işe yarar diye parmağıma şekil verdirdim diyorum. Gülüyorlar. Eee bu parmak özellikle baskıresim yaparken boya almayan küçük alanlara boya vermede de çok işe yarıyor. Hakkını yemeyelim.

Ah şu kilteli ayakkabı ah.

21 Kasım 2022 Pazartesi

Top 10 Netflix Documentaries For Graphic Designers


Top 10 Netflix Documentaries For Graphic Designers: When we're looking for creative ideas and inspiration, we usually browse our favourite websites, blogs, and social media channels. But did you know that

5 Haziran 2022 Pazar

Prof. Dr. Hasip Pektaş ile “Kültürlerarası Diyaloğu Teşvik Eden Ekslibris Sanatı” / Söyleşi

Prof. Dr. Hasip Pektaş ile “Kültürlerarası Diyaloğu Teşvik Eden Ekslibris Sanatı

Söyleşi: Prof. Dr. Paul Ade Silva

 

PAS: Ekslibris sanatı ile ilk ne zaman ve nasıl tanıştığınızı bize tanıtmadan önce, geçmişinizi ve bir Akademisyen ve yüksek öğrenimde lider olma yolculuğunuzu anlatın.

 

HP: 1953'de Karaman-Ermenek’de doğdum. 1971'de Akşehir İlköğretmen Okulu'ndan, 1974'de Gazi Eğitim Enstitüsü Resim Bölümü'nden mezun oldum. 1987-2007 yıllarında Hacettepe Ünv. Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim üyesi olarak çalıştım. 1995'de Doçent, 2001'de Profesör oldum. 2003-2006 yıllarında HÜ GSF Dekanlığı yaptım. 2005-2007 yıllarında Hacettepe Sanat Müzesi Müdürlüğü görevini yürüttüm. Halen Üsküdar Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Çizgi Film ve Animasyon Bölümü başkanıyım. İstanbul Ekslibris Derneği Kurucu başkanıyım. Selçuk Ecza Holding İstanbul Ekslibris Müzesi’nin kurucu müdürüyüm. Daha geniş bilgi web sitemde vardır. www.hasippektas.com

Ekslibrisi, 1984 yılında Belçika’da Sint-Niklaas Ekslibris Müzesi’nin organize ettiği ekslibris yarışmasına katıldıktan sonra gelen katalogdaki örnekleri görünce tanıdım. Yarışmayı düzenleyen editör Luc Van den Briele’nin gönderdiği mektupla da ayrıntıları öğrendim. Aldığım sanat eğitimine uygun bir alan olması, resim ve grafik tasarım olarak özgür bir anlatım dili kullanmaya fırsat vermesi, benim için yeni ve farklı olması nedeniyle ilgi duydum ve son 37 yıldır da kendimi bu alana adadım. Özellikle 1992 yılında Belçika Sint-Niklaas Ekslibris Müzesi’ni ve koleksiyonundaki örnekleri inceledikten; diğer ülkelerin bu alanda ne kadar çok yol aldığını gördükten sonra bu sanatın ülkemizde de yaygınlaşması için çaba göstermeye karar verdim. En büyük hayalim bir ekslibris derneği, bir ekslibris müzesi kurmak ve uluslararası bir ekslibris yarışması organize etmekti. Hepsi gerçeleşti. Şu an geldiğimiz noktadan büyük mutluluk duyuyorum. Bugüne kadar ekslibris konusunda (çoğuna danışmanlık ve kaynaklık ettiğim) 25 adet lisansüstü tezin yapılmış olması bu alana ilginin göstergesidir. Eksikliğini hissettiğimiz tek şey koleksiyonculuğun yaygınlaşmamış olmasıdır.

 

PAS: Ekslibris sanatının genel olarak dünyada ve özellikle Türkiye'deki gelişimi hakkında bize bazı tarihsel arka planlar verin.

 

HP: Ekslibris 1450’lerde Orta Avrupa’da başlamış bir gelenektir. El yazması kitapların olduğu bir dönemde, dönemin devlet adamlarına veya din adamlarının kitaplarına, üzerinde resim ve kitap sahibinin isminin olduğu bir etiket konulmuştur. Bu sanat ihtiyaçtan doğmuştur. İlk kağıt üzerine yapılmış ekslibris, 1450 yıllarında takma adı “Igler” olan Alman papaz Johannes Knabenberg için yapılan, çayırdaki çiçeği ısıran bir kirpinin resimlendiği ve üzerinde “Hanns Igler öpsün sizi” uyarısının yazıldığı gerçek anlamdaki ilk ekslibris de o dönemin mizah anlayışı görülmektedir. Elbette matbaanın icadı ile birlikte bu gelenek gelişmiş ve yaygınlaşmıştır.

 

16. yüzyıldan itibaren kitapların çoğalmasıyla yaygınlaşan ekslibrisler, ünlü sanatçılar tarafından da yapılmıştır. Albrecht Dürer'in (1471-1528), 1525 yılına kadar zamanın ünlü devlet ve bilim adamı Willibald Pirckheimer ve Hektor Pömer için yirmi bir sayfa ekslibris yaptığı bilinmektedir Albrecht Dürer, arkadaşı Willibald Pirckheimer için ağaç baskı tekniği ile yaptığı hanedan armasında bereket sembolü olan boynuz içinde üzüm ve şarap resimlemiştir. Albrecht Dürer, çömert biri olan Pirckheimer’in bu ekslibrisinde “kendisi ve arkadaşları için” anlamına gelen “SIBI ET AMICIS” yazısını da kullanmış; böylece bu kitaplardan Pirckheimer’in arkadaşlarının da yararlanabileceğini ifade etmiştir. İsmin önündeki Latince “LIBER” sözcüğü ise “Willibald’ın kitapları” anlamına gelmektedir. Liber yerine daha sonraları Ex Libris sözcüğü kullanılmaya başlanmıştır.

 

Çeşitli eğilimlere ve sosyal çevreye göre de farklılıklar gösteren ekslibrisler, 17. yüzyıl Almanya'sında çok önemli kitaplıklara sahip manastırlar, kiliseler, papazlar, prensler ve zengin aileler için yapılmıştır. Bazı kitap sahipleri, üzerinde isimlerinin yer aldığı bu küçük yaprakları kitaplarına yapıştırken, bazıları sadece arma olarak kullanmışlardır. Özellikle Güney Avrupa'daki bir grup kitap sahibi, "supra libros" denilen ve deri kaplı kitap kapaklarının üzerine presle yapılan kabartmalar, işaretler ve armalar yaptırmışlardır.

 

Ekslibrisler, ortaya çıkışından 17. yüzyılın ilk yarısına kadar daha çok arma teması içermekteydi. Orta Çağ'dan itibaren silah, zırh ve kalkanlarda, içinde gizlediği süvarinin uzaktan bile tanınmasına izin verecek şekilde ayırt edici işaretler bulunurdu. Bu silahlar ve malzemeler, kitaplık sahibi kültürlü insanlar arasında bir sahiplik işareti ya da kitap sahibini daha çabuk tanıtan bir flama olarak kabul görmüştü. Kişinin ismini belirtecek bir yazıya da ihtiyaç duyulmuyordu. O dönemde arma temalı ekslibrislere yönelinmesinin nedeni buna bağlanabilir.

 

Ekslibrislerde 20. yüzyıla kadar pek çok motif yer almıştır. Armalar, 19. yüzyıla kadar en çok kullanılan motifler olmuştur. Bunların üzerine sahibinin adı yanında bir özdeyiş veya parola da eklenmiştir. 15. yüzyıl ekslibrislerinde Gotik tarzdaki yazıların etkisi görülür. 16. yüzyılda ise Rönesans'ın etkisiyle armaların çevresi mimari örgeler ve çerçevelerle süslenmiştir. Bunun yanında tipografik ve portreye yönelik ekslibrisler de ortaya çıkmıştır.

 

17. yüzyıl ekslibrislerinde Barok dönemin etkisi görülmüştür. Dini ve erotik konularda resimler yapılmış, betimlemeler ve bezemeler daha çok kullanılmaya başlanmıştır. Önceleri sadece mimari figürler kullanılırken zamanla İtalyan üslubunun etkisiyle küçük melek resimleri, figürler ve doğadan çiçekler kullanılmaya başlanmıştır. Sipariş veren kişinin mesleğinin kolayca anlaşıldığı “soyluluk arması” yanında yaşam anlayışına uygun bir tavır da yer almıştır.

 

18. yüzyıldan itibaren ise doğa ve iç mekan betimlemelerine yönelinmiş, bu mekanlar bazen fantastik öğeler, bazen kitabın bulunduğu kitaplıktan görüntüler şeklinde resimlenmiştir. Bu dönemin ekslibrislerinin bir kısmını, o günün sanat anlayışına uygun olarak, deniz kabukları ve sarmal çiçek örgeleri süslemiştir.

 

19. yüzyılda endüstri devrimiyle kitabın varlığı güçlenmiş, hızlı baskı teknolojisinin bulunmasıyla bilimsel, ekonomik gelişmenin, entellektüel değişmenin temelleri atılmıştır. Sadece özel kitaplıklar gelişmemiş, büyük kütüphaneler de kurulmuştur. Artık görülmemiş sayıda kitap üretilmeye başlanmıştır. Kitap basımının artmasıyla birlikte her kitaba ve kitap sahibine özgü tasarımlar yerine daha dar anlamda, basit mühürler, damgalar, ekslibris olarak kullanılmaya başlanmıştır. Fakat herşeye karşın, sosyal çevreye göre değişim gösteren farklı eğilimler, özgün çalışmalar hep görülmüştür.

 

19. yüzyılın sonlarında ise ekslibris sanatında yeni bir canlanma yaşanmış, hatta kitlelere yönelik çalışmalar yapılmıştır. Bu dönemde ekslibris koleksiyonculuğu keşfedilmiş ve yaygınlaşmıştır. Bu alanın öncüsü olarak Köln'lü antikacı Heinrich Lempertz gösterilebilir. Lempertz, 1850 yıllarında topladığı ekslibrisleri "Kitap Ticaretinin Tarihi İle İlgili Resimli Kitaplar, Sanatlar ve Meslekler" isimli bir kitapta yayımlamıştır. O yıllarda eski Alman sanatına ve unutulmak üzere olan "Heraldic Ekslibris" (Hanedan Arması) çalışmalarına ilgi tekrar artmıştır. Artık sadece kitaplara yapıştırmak düşüncesiyle yapılmayıp, biriktirme ve değiştirme objeleri olarak da kullanılmaya başlanan ekslibrisler, kitaba özgü bir işaret olmaktan çıkıp, özgün bir grafik çalışma olarak bağımsızlaşmıştır. Bu konuda kuramsal araştırmalar yapılmaya, kitap ve dergiler yayımlanmaya ve koleksiyoncularının toplandığı dernekler kurulmaya başlanmıştır. Londra'da "Ekslibris Topluluğu" adında ilk koleksiyoncular derneği kurulmuştur. 1891'de Almanya'da, 1894'de Fransa'da, 1908'de İsviçre ve İtalya'da, 1918'de ise Belçika'da kurulan ekslibris dernekleri, basılmış kitaplarıyla, eğitici bülten ve belgeleriyle ekslibris için önemli gelişmeler sağlamışlardır. Zamanla bu dernekler çoğalmış, üyelerinin ülke sınırlarını aşacak boyutta ekslibris değişiminde bulunabilmeleri için dergiler, adres listeleri yayımlamışlar, yarışmalar düzenlemişlerdir.

 

1900 yıllarında birçok sanatçı, yeni arayışlara yönelmiş, uygulamalı sanatların üslup ve yaklaşımlarının ekslibrislere de yansımasını sağlamışlardır. "Jugendstilkünstler" de denilen yeni stilin bu Alman sanatçıları; Max Klinger (1857-1920), Max Liebermann (1847-1935), Emil Orlik (1870-1932), Franz Marc (1880-1916)’a Gustav Klimt (1862-1918), Franz von Stuck 1863-1928), Fritz Erler (1868-1940), Julius Diez (1870-1957), Mathilde Ade (1877-1953) ve Willi Geiger (1878-1971)’de eklenebilir. Resim sanatının önemli isimleri, aynı zamanda ekslibris çalışmaları da yapmışlardır. Bunlardan ilk akla gelenler Edvard Munch (1863-1944), Kaethe Kolwitz (1867-1945), Emil Nolde (1867-1956), Paul Klee (1879-1940), Pablo Picasso (1881-1973), Karl Schmidt - Rottluff (1884-1976), Oscar Kokoschka (1888-1980) ve Frans Masereel (1889-1972)’dir.

 

Ekslibris alanında zamanla müzecilik de gelişmiştir. Danimarka’da Frederikshavn, Almanya’da Gutenberg, Belçika’da Sint Niklaas, Rusya’da Moskova, İtalya’da Mediterraneo, Çin’de Shanghai Fuxihanzhai, Fransa’da Nancy Kütüphanesi, Bulgaristan’da Ekslibris Merkezi ve Ukrayna’da Odessa Lewych müzeleri en önemli ekslibris müzeleridir. Frederikshavn Ekslibris Müzesi’nin 1 milyondan fazla koleksiyonu vardır.

Türkiye’ye de ise ilk ekslibris derneği 1997 yılında kurulmuştur. Ankara’da “Ankara Ekslibris Derneği”ni olarak kurulan dernek, 2008 yılından bu yana etkinliklerine İstanbul Ekslibris Derneği olarak İstanbul’da devam etmektedir. Üye sayımız 100’ü geçmiştir. Derneğimizin iyi bir web sitesi vardır. http://www.aed.org.tr Bu sitede eksliris konusunda bütün bilgileri bulabilirsiniz. Ekslibris kitabının satışı da dernek web sitesi üzerinden yapılmaktadır. Ayrıca editörlüğünü Prof. Dr. Hatice Öz Pektaş’ın yaptığı “EXLIBRIST” isimli bir uluslararası hakemli online bir dergimiz vardır. http://exlibrist.net Dergide ekslibris konusunda çok sayıda makale bulabilirsiniz.

 

Derneğimiz kurum ve kişilerden aldığı desteklerle 2003, 2007, 2010 ve 2018’de 4 uluslararası ekslibris yarışması düzenlemiştir. 2010 yılında 33. FISAE Uluslararası Ekslibris Kongresi’ni organize etmiştir. Yarışma sergileri, Türkiye’nin 15 büyük kentini dolaşmış, özellikle sanat eğitimi alan öğrenciler için bir çeşit okulu işlevini görmüştür. Bu sayede ekslibrise gönül verenlerin sayısı artmıştır. 2005 ve 2007 yıllarında Belçika’da yapılan CGD (Bilgisayar Destekli Tasarım) ekslibris yarışmalarındaki Türkiye’nin katılımı %50’ye yakın olmuştur. İki yarışmada da birincilik ödülünü Türkiye almıştır. Rusya’da yapılan “Öğrenci Ekslibrisleri Yarışması”nda da CGD dalındaki birincilik ödüllerini üst üste üç defa Türkiye almıştır.

 

Müzeler, barındırdığı değerlerini gelecek kuşaklara aktaran kültürel kuruluşlardır. Modern müzeciliğin misyonu, toplumu eğitmek, sosyal ve kültürel açıdan gelişmesini sağlamaktır. Merakı körükleyen, toplumsal gelişime katkı sağlayan müzeler konusunda dernek olarak çaba gösterdik. Oldukça zahmetli olsa da nihayet kalıcı bir ekslibris müzesine kavuştuk. Ekslibris müzesi konusunda iki talihsizlik yaşadım. İlk müzeyi 2008’de İMOGA Grafik Sanatlar Müzesi kurucusu olan Prof. Dr. Süleyman Saim Tekcan’ın himayesiyle İMOGA’da kurduk. Fakat daha sonra bilmediğim bir nedenle oradan çıkarıldık. Ekslibris koleksiyonu yıllarca ofisimde bekledi. Sonra sanata ilgili iki rektörümün desteğiyle Işık Üniversitesi’nde kurmayı denedik. Prof. Dr. Nafiye Güneç Kıyak ve Prof. Dr. Şirin Tekinay bu konuda ciddi destek verdiler. Ama Kültür Bakanlığı’nın onayını almış resmi müze kimliğini kazanamadan görevlerinden ayrıldılar. Oysa tıpkı Hacettepe Üniversitesi’nde kurduğun Hacettepe Sanat Müzesi gibi Kültür Bakanlığı onaylı olmasını istiyorduk. Ama o zamanki yönetim ilgisiz kaldı. Ve nedenini anlamadığım bir şekilde beni üniversiteden ayırdılar. Derneğe ait olan bu koleksiyonun geleceğinin ne olacağını bilemediğimiz için üniversiteden çıkardık. Malesef şu anda üniversite beni mahkemeye verdi. Ekslibrisleri geri istiyor. Oysa bu koleksiyon Kültür Bakanlığı onaylı bir müze olması koşuluyla oraya konmuştu. Mahkeme ne zaman sonuçlanır bilmiyorum ama iki yıl önce sanatsever Selçuk Ecza Holding himayesinde İstanbul Altunizade’de İstanbul Ekslibris Müzesi’ni kurduk. Geçen yıl Kültür Bakanlığı onayını da aldık. Pandemi süreci bitiminde görkemli bir açılış yapacağız. Bu benim en büyük hedefimdi. Dünyadaki dokuz Ekslibris Müzesi’ne onuncu olarak İstanbul Ekslibris Müzesi eklenmiş oldu.




PAS: Ekslibris Sanat formunun özellikleri ve işlevleri nelerdir ve diğer sanat formlarından farkı veya benzerliği nedir?

 

HP: Ekslibris, kitapseverlerin kitaplarının iç kapağına yapıştırdıkları üzerinde adlarının ve değişik konularda resimlerin yer aldığı küçük boyutlu özgün baskıresimlerdir. Kitap sahibini tanıtır, onu yüceltir ve kitabı ödünç alan kişiyi geri getirmesi konusunda uyarır. Ekslibris genelde adına ekslibris yapılan kişinin ilgisi doğrultusunda yapılır. Nasıl ki insanlar beğendiği resmi duvarına asarsa, kitabına da ilgi duyduğu konudaki ekslibrisi yapıştırır. Ekslibris estetik kaygılarla yapılır. Sanatın bütün olanakları bu küçük çalışmalarda da kullanılır. Herkes kendisine ekslibris yapabilir ama sanat eğitimi alanlar tarafından yapılanların geleceğe kalma şansını yüksektir.

 

Ekslibris birkaç işlevi birden üzerinde taşımaktadır. Asıl işlevi kitap sahibini betimlemesi ve kitabı ödünç alan kişiyi geri getirmesi konusunda uyarmasıdır. Bir tür mülkiyet işareti olmasıdır. Bir diğer işlevi ise sanatçılar ve koleksiyoncular arasında önemli bir değiş tokuş objesi olarak kullanılmasıdır. Ve elbette bir sanat eseri olarak bulunduğu mekanlarda ruhumuzu zenginleştirmesi üçüncü işlevidir. Hangi dönemden bakarsanız bakın veya hangi işlevinden söz ederseniz edin ekslibris, sahibine bir ayrıcalık kazandırmış, bir güç, bir nüfuz sağlamıştır. Kitaplarında ekslibris olan kişiler kendi adına özel bir eser tasarlanmış olunmasının mutluluğunu duymuşlar, kendilerini diğer kitap koleksiyoncularından ayrıcalıklı görmüşlerdir. Bir ekslibris koleksiyonuna sahip olanlar ise yapıldığı döneme ait kültürel, tarihsel özellikler taşıyan bu eserler ile zenginliklerini göstermişler, bunları paylaşarak saygınlığınlıklarını artırmışlardır.

 

Diğer sanat formlarından farkı küçük boyutlu olması ve mutlaka çoğaltılmasıdır. Kitaba yapıştırılacağı için resim alanı 13 cm’den büyük olmamalıdır ve farklı kitaplara da yapıştırlabilmesi için çoğaltılıp tıpkı baskıresim geleneğinde olduğu gibi numaralandırılmalıdır. Çoğaltma elbette değiş-tokuş yapabilmek için de gereklidir. Ekslibrislerin çoğaltılması için gravür, ağaç baskı, linolyum baskı, taş baskı gibi geleneksel baskı tekniklerini yanında serigrafi, ofset, fotograf ve bilgisayar da kullanılmaktadır. Bir tasarım için teknik ve estetik yetkinlik vazgeçilmez zorunluluklardır. Fakat tasarımcının teknik yönden usta olması yeterli değildir, esas olan estetik beğenisinin gelişmesi, renk ve biçim uyumunu sağlayacak yetkinliğe kavuşmasıdır. Birinin yetersizliği halinde ekslibris geleceğe kalamaz. Teknik çeşitliliğin sağladığı olanaklar ise sanatsal anlatımda bir zenginlik, özgünlük fırsatı verebilir.


PAS: Ekslibrisin kitap içinde sanata nasıl dönüştüğünü tartışın.


HP: Ekslibrisler, yaşayan kişi ya da kurum adına siparişle yapılır ve onların özelliklerini yansıtır. Yaratım sürecine bakıldığında resim sanatının tüm olanaklarının kullanıldığı görülür. İşlevsel yanına bakıldığında ise grafik tasarım ürünü olarak düşünülebilir.

Hangi teknikle yapılırsa yapılsın ekslibris sanatsal kaygılarla tasarlanır. Geleceğe kalması, taşıdığı renk ve biçim ilişkisine, özgünlüğüne, teknik ve estetik yetkinliğine, resim ve yazıdaki uyuma bağlıdır. Bu küçük tasarımlarda ekslibris sözcüğü ile sahibinin adının eklenmesi başlı başına bir tasarım sorunudur. Eğer kullanılan yazı doğru yerde ve uygun büyüklükte değilse rahatsız eder, ekslibrisi olumsuz etkiler. O nedenle çok denemek, uygun alanı bulduktan sonra yazıyı yerleştirmek gerekir. Yazı ne okunmayacak kadar küçük ne de rol çalacak kadar büyük olmalıdır.

Sanatçılar ya da tasarımcılar, ya sipariş alarak ya da uygun gördüğü kişiye armağan olarak ekslibris yaparlar. Eğer siparişle yapılıyorsa, detaylı olarak bilgiler alınır ve bu bilgiler doğrultusunda alternatif taslaklar oluşturulur. Beğenilen taslak ise uygulamaya konulur ve belli sayıda, istenilen teknikle çoğaltılır. Sipariş dışında yapılan ekslibrislerde de iyi bir gözlem ve araştırma sonunda tasarım gerçekleşir. Her koşulda ekslibris sahibinin beğenisi mutlaka dikkate alınmalıdır. Çoğaltılan ekslibrislerin altına sırayla tekniğinin kodu, baskı sayısı (2/50 gibi. Soldaki sayı kaçıncı baskı olduğunu, sağdaki ise kaç adet basıldığını gösterir), sanatçının adı veya imzası ve yapım yılı kurşun kalemle yazılmalıdır. Baskı sayısının bilinmesi ekslibrisi değerli kılar. Fotokopiler, çizim ve taslaklar ekslibris olarak kabul görmezler.


PAS: Ekslibris sanatını grafik sanatı açısından tartışın.

 

HP: Hiç bir tasarımcı üretirken tamamen özgür değildir. Öncelikle hedef kitlesini etkileme, ikna etme kaygısı taşımaktadır. Sınırlamaları vardır. Bir ürünü, bir hizmeti tanıtırken anlaşılır olması ve doğru ifadeler kullanması gerekmektedir. Bunları yaparken elbette estetik kaygılar taşıyacaktır; ama algılanır, anlaşılır ve hareke geçirir olması bir zorunluluktur. Tasarımcının isteğe bağlı çalışması, yaratıcılık içeren ürünler oluşturmasına engel değildir. Ama “ben yaptım oldu, sen anlamasan da olur” ya da “biraz gayret et de anla” demek gibi bir lüksü yoktur.

 

Ekslibris tasarlayan kişi tasarlama sürecinde ya da anlatım biçiminde tamamen özgür olmakla beraber konu seçiminde sipariş verenin isteklerini göz önünde bulundurmak zorundadır. Bu da bir kısıtlama getirmektedir. Ama estetik kaygılarla yapılmazsa geleceğe kalma şansı yoktur.

 

PAS: Erotizm ve Ekslibris sanatı arasındaki ilişkiyi açıklayın.

HP: Erotik, karşı cinsi sevmeyle ilgili her şey için kullanılır. Erotic, bir diğer tanımlamayla; sevilen “nesne”nin seven üzerinde sahip olduğu güç demektir.

Tarih boyunca sanatçılar, birey ile evrenin, kadın ile erkeğin, ruh ile varlığın, ışık ile karanlığın, hayat ile ölümün kısaca hayatın temelini oluşturan zıtlıkların bir anlatım biçimi olarak erotik imajları kullanmışlardır. Bazı sanatçılar, insan davranışlarını göstermek için erotizmi kullanmıştır.

Erotik sanat, sanatçının evreni, aşkı ve tutkuyu nasıl gördüğünü, insan davranışlarına karşı tepkisini anlatır. Erotik resimler, uzun zaman bir şaka ve espiri konusu olarak tarihimizde kayıp bir dönemi temsil ederler. Bugün hala pek çok kişi seksin çok özel bir konu olarak kitaplarda yer aldığına inanır. Bir yandan ise erotizm insanlık ve kutsallık arasındaki değerli bir bağdır. Her erotik resim bir meydan okumadır. Gözetlemek için anahtar deliği yeterli değildir, kapıları açmak, deneyimleri paylaşmak gerekmektedir. Bugün pek çok sanat kolunda olduğu gibi ekslibris sanatı da konu ve çoğaltma tekniklerindeki çeşitliliği ile sayısız sanatçının kendini özgürce ifade edebilmesine fırsat vermektedir.

Erotik kitaplar için özel konulu ekslibrisler sipariş edildiği de bilinmektedir. Çoğunlukla böyle bir belirtgece gerek duyulmamakla birlikte bazı kitap sahiplerinin ismi önüne “ex eroticis” konulmaktadır.

Erotik ekslibris kolayca tanınır; illüstrasyon, çoğunlukla insanların duygularını ima eden, kadın ve erkekleri uyarıcı, oldukça farklı erotic heyecanları ve seksüel zevkleri anlatan erotik bir öğe üzerine oluşturulur. Koleksiyoncularca en çok talep edilen ekslibris konusu olması belki de bu yüzdendir.

Erotik kitap koleksiyoncuları güzel erotik illüstrasyonlara meraklıdırlar. Erotik bir kitaba ya da bu tür bir koleksiyona konulan erotik bir ekslibris ona biraz daha kişisellik katar.

Erotizm kadın formuyla başlar. Uzanmış bekleyen güzel bir kadın vücudu bir ilk dokunuş ve yaklaşma isteği için yeterlidir. Erotizme olan ilginin yansımalarını ekslibrisler üzerinde de görmek her zaman için mümkündür.

PAS: 20. yüzyılın sonundan 21. yüzyılın başına kadar olan dönemde kitapçık sanatının kültürel mirası ve gelişimi hakkında bizimle hangi önemli görüşleri paylaşabilirsiniz?

 

HP: Bütün sanat eserlerinde olduğu gibi ekslibrislerde de yapıldığı döneme ait kültürel, tarihsel özellikler görmek mümkündür. Ekslibris, başlangıçta işlevsel bir amaç için tasarlanmış, fakat zamanla farklı işlevleri yerine getirmiştir. Ekslibris, 21. yüzyılda kendine özgü ilkeleri, kuralları ve teknikleri olan bir sanat türüne dönüşmüştür. Ekslibrisler sadece bir mülkiyet işareti olarak kitaplara yapıştırılmayıp, meraklıları tarafından özenle biriktirilen, değiş-tokuş objesi olarak kullanılan ve elbette bir sanat eseri olarak yaşamımızı zenginleştiren nesneler haline gelmiştir. Küçük boyutlu olması ilginin az olmasına neden değildir. Aksine daha kolay satın alınabilen sanat objeleridir. Numaralandırılmış özgün baskıresim eserleridir.

 

PAS: Ekslibris sanatının üretim ve uygulamalarında ulusal farklılıklar var mı, örneğin Türkiye'den gelen Ekslibris sanatını Ukrayna, Slovenya, Litvanya, Rusya veya İtalya veya Hollanda'dan gelenlerle karşılaştıracak olursak, üslup ve konularda büyük farklılıklarla mı karşılaşırız yoksa hepsi üslup ve kapsam bakımından benzer mi?

 

 

HP: Ekslibris tasarımında ve uygulamalarda ulusal farklılıklar vardır. Çünkü tasarlayan kişinin yaşadığı kültürü yansıtması, konularını kendi kültüründen seçmesi doğaldır. Bir Türk ekslibris sanatçısı Karagöz Hacivat konusunu başarıyla yansıtırken bir Finlandiyalı sanatçı elbette Vikingler ile ilgili konuyu başarıyla tasarlayacaktır. Ekslibrisin başarısı sanatçısının yetkinliği ile doğru orantılıdır. İyi bir sanat eğitimi almış sanatçı bir amatörden daha başarılı tasarımlar yapar. Örneğin Rusya’da, Bulgaristan’da, Ukrayna’da çok ünlü ekslibris sanatçısının olması ciddi bir desen eğitimi, sanat eğitimi almalarındandır. Sanata ilginin yüksek olması da talebi artırmakta, sanatçıyı beslemektedir. Ekslibris kültürünü iyi bilen, çok örnek gören, çok tasarlayan, tipografi konusunda deneyimi olan kişinin yaptığı ekslibris yeni başlayanlarınkinden elbette farklıdır, aranılırdır. Ayrıca bu kültüre çok önceden sahip olan ülkelerde, örneğin ailesinin kütüphanesinde ekslibrisi görerek büyüyen çocukların ülkesinde ekslibrise ilgi daha fazladır. Hele de kitaba olan ilgi yüksekse ekslibrise ilgi de yüksek olacaktır.

 

Usta sanatçılar, başkasının üslubunu taklit etmezler. Etmemelidir de. Geleceğe kalması tasarımlarının özgün olmasına, teknik yönden yetkin olmasına bağlıdır. Koleksiyoncular tarafından tercih edilmek, bol sipariş almak sanatçının başarısına bağlıdır.

 

Ekslibrisin ülkemizde yagınlaşması, bugün 6 üniversitede ders olarak okutuluyor olması yeterli değildir. Tıpkı Avrupa Ülkeleri gibi, Rusya gibi, Japonya gibi bu işi meslek olarak yapan usta sanatçıların yetişmesi, nitelikli ekslibrisler yapması çok önemlidir. Bizim eksiğimiz özgün çalışmalarıyla aranılan sanatçımızın az olmasıdır.

 

PAS: Ekslibris sanatı kültürlerarası diyaloğu hangi yollarla teşvik eder?

 

HP: Sanıyorum hiçbir sanat eseri ekslibris kadar değiş-tokuş yapmaya ve paylaşmaya elverişli değildir. Elinizdeki fazla ekslibrislerden bir kısmını eserlerini beğendiğiniz bir başka sanatçıya ya da koleksiyoncuya postayla kolayca gönderebilir, onun sizi, sizin de onu tanımanıza fırsat yaratabilirsiniz. Bu iletişim beraberinde yeni dostluklar, arkadaşlıklar da getirebilir. Başka bir ülkenin sanatçısından aldığınız ekslibris ile o ülkenin sanat tarzını, sanatçısını, teknik zenginliğini tanıyabilirsiniz. Ekslibrisin üzerinde taşıdığı konu ise adına ekslibris yapılan kişi hakkında bilgilenmenizi sağlayabilir.

 

 

BIBLIOGRAPHY

 

Blum, G. (1992). The Art of Ex-Libris-Erotique – French. Gazette Des Beaux-Arts. 119(1476), pp.26. ISSN: 0016-5530 Publisher: Gazette Beaux-Arts, 140 Faubourg Saint-Honore, 75008 Paris, France.

 

(2011). Ex Libris: The Art of Bookplates. Apollo-The International Magazine for Collectors. 173 (585), p.189. ISSN: 0003-6536. Publisher: Apollo Magazine Ltd, 20 Theobald's Rd, London WC1X 8PF, England.

 

Heller, S. (2011). Ex Libris: The Art of Bookplates. New York Times Book Review., p.9.

ISSN: 0028-7806. Publisher: New York Times, 620 8th Ave, New York, NY 10018 USA.

 

Janulis, V., Nekrasius, J. Ex-Libris As The Cultural Heritage and The Development of The Art of Bookplates In: Cacka, M; Ilisko, D; Slahova, A. Shiauliai (20th Century - the beginning of the 21st Century) ed. Person, Color, Nature, Music: Scientific Materials of 9th International Conference. Daugavpils, Latvia, 2016, pp.52-69

 

Meyernoirel, G. (1990). The Ex-Libris - History, Art, Technique - French by M. Preaud. Revue De L Art. (89), p.84. ISSN: 0035-1326. Publisher: Editions C N R S, 20/22 Rue St. Amand, 75015 Paris, France.

 

Nazyrova, M. (2020). Graphics by Konstantin Somov. Experiment-A Journal of Russian Culture. 26(1), pp.112-138. DOI: 10.1163/2211730X-12340007.

 

Pektaş, H. (2017). Ekslibris. İstanbul Ekslibris Derneği Yayınları, ISBN: 978-605-614 89-3-4

 

Ring, R. J. (2011). Ex Libris: The Art of Bookplates. College & Research Libraries.72(6), pp.607-608. DOI: 10.5860/0720607.

 

Romanenkova, J., Bratus, I., Kuzmenko, H. (2021). Ukrainian Ex Libris at the End of the 20th Century and the Beginning of the 21st Century as an Instrument of the Intercultural Dialogue.

Agathos-An International Review of The Humanities and Social Sciences

12(1), pp.125-136.

 

2019. Rukopysna Ta Knyzhkova Spadshchyna Ukrainy. Manuscript and Book Heritage of Ukraine. (23), pp.268-313. DOI: 10.15407/rksu.23.268

 

Sonina, E. S., Lysenko, O. A. (2020). Gustav Mootse's Works In: The Periodicals of St Petersburg In The Early 20th Century. Baltic Journal of Art History. 19, pp.197-226. DOI: 10.12697/BJAH.2020.19.08.

 

Storchai, O. V. (1957). Geniuses of Ukrainian Arts: Olena Kulchytska's Letters to Stefan Taranushenko

Göbet / Anılar 2

  Göbet /  Anılar 2 Hasip Pektaş, 2024 Ben yüzmeyi göbette öğrendim. Göbet,  suyu biriktirmek, belli derinlikte yapay bir gölcük oluşturmak ...